Vehbi Coşkun

Bizim Kuşak ve Sokak Oyunları

Vehbi Coşkun

Zamane çocukları, bizim kuşaktan daha mı şanslı acaba?
Öyle ya, bugün teknolojinin envaitürlü nimetinden yararlanıyorlar…
Oysa, bizler büyük çoğunlukla imkânsızlıklar, yokluklar içerisinde yetişip büyüdük diyebiliriz.
Bugün çocuklarımıza aldığımız oyuncaktan, verdiğimiz armağana kadar sağladığımız imkânları düşünürsek, yeni nesil “imrenilecek” çocuklar olarak görülebilir?
Ancak, farklı birkaç açıdan değerlendirir de kıyaslarsak eğer, bizim kuşağın daha şanslı olduğunu söyleyebiliriz kuşkusuz…
***
Şehrin böylesine betonlaşmadığı, yeşil alanlar ile boş arsalardan oluşan çevrede insanların nefes alabildiği dönemlerdi…
Özellikle de sokaklar ve okul bahçeleri bizim kuşak için doğal oyun platosu gibiydi.
Hele çocukluk oyunlarımız…
Dar gelirli ailelerimize masraf çıkarmayacak evsaftaki oyun araç ve gereçlerimiz bile doğaldı…
***
Genelde futbol aşkımız dolayısıyla, bir top ile iki taştan bir kale yeter de artardı bize…
Taş yoksa ceket, gömlek, pantolon gibi benzer giysilerimizi üst üste koyarak küme yapar, kaleleri bu şekilde de belirlerdik.
“Bir top” derken, onu dahi bulamayacak durumdaydık!
Bunun için de ya bayram harçlığına, ya da babasının top aldığı bir mahalle arkadaşına ihtiyaç duyardı çocuklar.
O da yoksa, annelerimizin örgü ipleri ile el dikimi elbise parçalarından artan kumaş parçalarını tıka basa doldurduğumuz küçük torbalar, bize kendi şivemizle “çaput” top olurdu…
Hele, bir elimizin avuç içine sığacak küçüklükte ve “içi dolu” olan toplar yok mu, tüm gün peşinden koşar, zıplama hızına yetişmeye çalışırdık küçük adımlarımızla!
Bir de günümüzde hiç göremeyeceğiniz biçimde, kalecilerimizin ceketlerini kullanarak kalelerini koruma yöntemleri vardı…
O dönemlerde takım elbise ya da ceket giyen çocuklar, kendi aralarında maç yaparlarken; kaleciler, içi dolu diye tanımladığımız küçük topları tutabilmek adına, ceketlerini ters giyerek gol yememeye çalışırlardı!
Bu alışkanlık bir mecburiyet gerektirmez, isteyen kaleci çıplak elle de kale bekleyebilirdi…
***
Top oynamak en basit ama, arkadaşlarımızla birlikte en çok ilgi duyduğumuz ve zevk aldığımız oyunumuzdu…
Topun evrimine şâhit olduk desek yeridir.
Çaput ve içi dolu toplarla başladığımız futbol oyunumuz, orta büyüklükteki lastik toplarla devam etti, sonra futbol topu ölçülerindeki naylon toplar piyasaya sürüldü…
Binbir zahmetle sâhip olduğumuz naylon topların çiviye veya elektrik direğindeki sivri demire rastgelip de patlamasına az üzülmedik?
Zamanla o büyük üzüntümüzü, patlayan naylon topumuza futbol topunun içini geçirerek, daha dayanıklı yeni bir top elde ederek giderdik.
Ağızlı toplar, bizim kuşağın siboplu toplardan önce ulaştığı en son teknoloji ürünüydü!
Topun içini şişirir, hava kaçırmadan önce ağzını bağlar ve dışarı çıkmayacak şekilde dış deri ile iç arasına sıkıştırır, sonra da ip geçirilmiş dış kısmın ağzını ayakkabı bağlar gibi sıkı sıkıya bağlardık!..
Önümüze düşen ve normâlde göğsümüze gelecek, ya da ayağımıza oturacak olan topu kontrol etmeye hazırlanırken, ağzı yere gelen top hiç beklemediğimiz bir yöne hareket ederek bizi boşa düşürürdü…
Bizim kuşağın çocukluk dünemindeki bu top çilesi, ağızsız, içi görünmeyen, siyah-beyaz ve beşgen parçalardan oluşan yekpare ve de siboplu, daha az su çeken topların kullanılmasıyla birlikte, ancak gençlik dönemlerimizde sona ermiş oldu…
***
Tabii “top” söz konusu olunca tek oyunumuz ayak topu, yani futbol değildi elbette…
Hani o tasvir etmeye çalıştığım orta büyüklükteki lastik toplar var ya, onlar; “yakan top” adını verdiğimiz, ortada biriken arkadaşlarımızı her iki taraftan atılan toplarla vurmaya çalıştığımız ya da atılan topu elimizle vurarak uzaklaştırdığımız, ebe olan arkadaşımızın da bu topu tutmaya veya var gücüyle fırlatıp kaçanları nişanlayıp da vurmaya çabaladığı daha farkı bir oyunda da kullanılırdı!
İstop adını verdiğimiz oyun da havaya atılan topu adı son anda söylenen kişinin tutması ve “istop” diye bağırdıktan sonra duran çocuklardan birini nişan alarak vurmasıyla yine benzer bir topla oynanırdı.
Birkaç parça denilse de genelde 7 tane kiremiti üst üste dizerek elimizdeki topla devirdikten sonra, ebenin kiremitleri dizerek topu alıp bizi vurmasından kaçmaya uğraştığımız kiremit oyunu da, aynı ölçüdeki topla oynanırdı…
Sokak kültüründen ziyâde salon kültürü gerektiren basketbol, günümüzde semt sahalarındaki potalarla oynanmış olsa da bizim kuşağın sokakta pek alışkın olmadığı ve tercih etmediği bir oyundu…
Ancak, sokak lambasının direğinden bir evin pencere demirine ulaştırabildiğimiz bir ip bulursak, futboldan sonra tercihimiz voleybol oynamak olabilirdi!..
***
Elbette sokak oyunlarımız sâdece “top” gerektiren oyunlardan ibâret de değildi…
Gece – gündüz, kız – erkek farketmeksizin oynadığımız “saklambaç” ve “körebe” oyunları…
Genelde “kız oyunu” olarak kabul görse de “ip atlama” ile “çizgiler”, bazen erkeklerin de gırgırına katıldıkları ama çok da beceremedikleri sokak oyunlarıydı.
Fizikî özellikler gerektiren, uzun eşek ya da birdir bir, amuda kalkmak ve el üzerinde yürümek, iki adet çubuk veya tahta üzerinde ayağa kalkarak uzun adam yürüyüşü yapmak ve benzeri oyunlar da genelde erkek çocukların tercihiydi…
***
Aşık oyunu, mozik /topaç, bilye / misket, çember çevirmek, sapan, çelik -çubuk / çomak misâli birçok oyunumuz, el becerisi gerektiren türden sokak oyunlarıydı.
Hele, “Tel araba”; kusursuz yuvarlıktaki tekerleriyle, karoseri, eğilmeden sürmek için boyunuza uygun uzunluktaki direksiyonuyla birlikte, direksiyon simidiyle tamamen el emeği ve mahâretle yapılan en revaçtaki oyuncağımızdı…
Tel arabaları süslemek, pilleri yan yana bağlayarak oluşturulan bataryadan yararlanarak ışıklandırmak da büyük beceri ve zevk ister, çocuklar mahallenin en güzel tel arabasına sâhip olmak için yarışırlardı âdeta!
***
Bu arada, sokakta evlerin gölgesinde ve merdiven basamaklarında oturarak oynadığımız oyunlarımız, zaman zaman evlerimize de taşınabilir türden, düşünce ya da el becerisi gerektiren oyunlardı…
5 taş tamamen el becerisine dayanan, 3 taş ile dama ise satranç misâli düşünce gerektiren hamle oyunlarıydı.
Yine biz futbol merâklılarının bu manadaki tercihi; tahtadan bir oyun alanına çakılan çiviler arasında dolaştırdığımız metâl parayı, “langırt” oyunundaki gibi iki kaleye gol atabilmek amacıyla parmağımızla sürüklemeden yaptığımız, karşılıklı birer itme kuralıyla oynadığımız maç oyunuydu!..
***
Muhakkak ki sokak oyunları örnek verip, yazdıklarımla sınırlı değil…
Genelde çocukluk dönemimizde, arkadaşlarımla bizzât sokakta oynamış olduğumuz bugün unutulmaya yüz tutan oyunlarımızdan söz etmeye çalıştım.
Günümüzde; sokaklarda koşup zıplayan ve imkânsızlıklar içerisinde dar gelirli ailelerine masraf çıkarmayacak evsaftaki oyun araç ve gereçleriyle becerilerini geliştiren çocuklar kalmadı artık?
Tabii, bizim kuşak için doğal oyun platosu gibi olan sokaklar ve okul bahçeleri de yok artık!
Artık evlerinde oturan, saatlerini bilgisayar ya da tablet başında, hiçbir fizikî güç harcamadan, sosyal çevreden uzak bir ortamda yalnız başına geçiren çocuklarımız var!
İşte günümüz çocukları, uzmanların sürekli dikkât çektikleri gibi; bizim kuşağın sokak oyunlarının, çocukların eğitimi ve kişiliği üzerindeki olumlu etkilerinden mahrumlar ne yazık ki!..

Yazarın Diğer Yazıları