İrfan Sönmez: Reforma değil değişime ihtiyaç var

Yargıda reform tartışmalarını değerlendiren Araştırmacı Yazar Avukat İrfan Sönmez, 'Var olan yasalar uygulansaydı hiçbir reforma ihtiyaç olmazdı. Uygulanmayacaksa, reform yapmanın milletin gözünü boyamaktan başka bir anlamı yoktur.' dedi.

İrfan Sönmez: Reforma değil değişime ihtiyaç var

Yerelden genele, ülke gündemini meşgul eden Yargı Reformundan, siyasetteki gelişmelere; depremden, TOKİ mağduriyetlerine kadar bir çok konuya ışık tutmak adına Elazığ Günışığı Gazetesi Haber Müdürü Vedat Yetik sordu. Araştırmacı Yazar Sayın Avukat İrfan Sönmez cevapladı.

Önemli konuların masaya yatırıldığı sohbet tadında gerçekleştirilen söyleşiyi siz değerli Elazığ Online takipçileriyle paylaşıyoruz;

Sayın Sönmez, Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Berat Albayrak istifa etti, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan yargıda ve ekonomide reform yapacaklarını söyledi, sizce reforma ihtiyaç var mı, bu krizden çıkabilecek miyiz?

Birkaç gün öncesine kadar ekonomi pik yaptı, uçuşa geçtik diyorlardı. Albayrak istifa edince reformdan, acı reçeteden bahsetmeye başladılar. Mesele, Türkiye’nin bu noktaya nasıl getirildiğidir. Bunu bilmezseniz çıkış yolunu da bulamazsınız. Bir kriz var mı, evet var. İnsanlar temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldiler. Yüzbinlerce insan işini, aşını kaybetti. Milli gelir 10 bin dolardan 7500 dolara düştü. 80’li yıllardan beri dünyanın 18. Büyük ekonomisiydik, son krizle birlikte iki üç puan gerilere düştük. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’yi yatırım yapılamaz ülke ilan etti. Çünkü yargı siyasallaştırılarak bağımsızlığını kaybetti. Hukuk güvenliği ortadan kalktı. 15 Temmuz ihaneti bahane edilerek sistematik bir şekilde demokrasiden uzaklaşıldı.

“186 defa devlet ihale kanunu değiştirildi.” 

Güç tek elde temerküz edilerek kurumsal akıl yok edildi. Merkez bankasının bağımsızlığı ortadan kaldırıldı. Kapsayıcı ekonomik kurumların yerini, ayırıcı, sadece belli siyasal iktidarın etrafındaki gruplara hizmet eden kurumlar aldı. Ekonomist Daron Acemoğlu buna sömürücü ekonomik ve siyasal kurumlar ismini veriyor ve gerilemenin en önemli sebebi olarak gösteriyor. Kazanç garantili yap işlet devret modeli yol, köprü ve hastanelerle devlet maliyesi büyük bir yükün altına sokuldu. Devlet ihaleleri,  çok az kırımla hep aynı şirketlere verilerek devlet büyük zarara uğratıldı. 186 defa devlet ihale kanunu değiştirildi.  Bütün bunlar birleşince de kriz kaçınılmaz hale geldi. Sermaye, hukuk güvenliğinin olmadığı yerde durmaz. Öngörülemeyen durumların olduğu yerlere yabancı sermaye yatırım yapmaz. Bu sonuca ülkeyi tek akılla yönetmek, bütün güç ve kudreti nefsinde toplamak isteyenler neden oldu. Şimdi de reform yapacağız diyorlar.

-Reformlar çare olmaz mı?

Bakın, Türkiye’nin sorunu yasal boşluklar değil. Kanunları uygulamadıktan sonra istediğiniz kadar kanun çıkarın, hiçbir şey değişmez. Anayasa uluslararası anlaşmaların kanun hükmünde olduğunu söylüyor. Buna göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları bağlayıcıdır. Bunu ben demiyorum, yasalar söylüyor. Yasalara rağmen siz bunu uygulamıyorsanız yasanın varlığının bir anlamı olabilir mi? Yasa merkez bankasının bağımsız olduğunu söylüyor, son 1.5 yılda iki merkez bankası başkanı CB kararnamesi ile değişti. Yani kimse yasayı takmadı. Mesele yasalarda eksiklik olması değil, uygulanmamasıdır. AYM, CHP milletvekili Enis Berberoğlu ile ilgili hak ihlali kararı verdi, 2 ayrı mahkeme Anayasa mahkemesinin kararını uygulamayı reddetti. Halbuki, bütün mahkemeler yasaya göre AYM kararlarına uymak zorundadır. Bu konuda bir takdir hakları yoktur. Bu ülkede hukuk olsa, o iki mahkeme aynı gün görevden alınır haklarında –görevi kötüye kullanmaktan- dava açılırdı.

-Yani reform çare olmaz mı diyorsunuz?

Düzenlemeleri görmeden önceden bir şey söylemeyi doğru bulmuyorum, ben sadece şunu söylüyorum, var olan yasalar uygulansaydı hiçbir reforma ihtiyaç olmazdı. Uygulanmayacaksa, reform yapmanın milletin gözünü boyamaktan başka bir anlamı yoktur. Kaldı ki, bu iktidarın milletin temel sorunlarına neşter vuracak  reformlar yapabileceğini sanmıyorum. Çünkü sorun sistem ve  bizzat kendileri, bu zihniyet değişmedikçe istediğiniz kadar göstermelik reformlar yapın hiçbir şey değişmez. Nitekim Bülent Arınç, katıldığı bir TV programında reform yapmanın gerekliliğine işaret ederek ben de, Cumhurbaşkanı da adaleti savunuyoruz dedi, Cumhurbaşkanı Erdoğan üç gün sonra  bir açıklama yaparak  Arınç'ı çok ağır ifadelerle yalanladı.

-Sistemden kastınız?

Sistemden kastım partili başkanlık sistemidir. Bir ülkeyi bölmek, vatandaşlarının devlet bağını zayıflatmak istiyorsanız böyle –partili CB sistemi- getireceksiniz. Cumhurbaşkanlığı makamının yansız olması gerekir. Toplumsal ihtilaflarda hakemlik yapabilmesi için bu şarttır. Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi ile bu imkan ortadan kalkmış, Cumhurbaşkanı kendi vatandaşlarına karşı taraf haline getirilmiştir. Cumhurbaşkanlığı sistemini diğer mahsurlarının yanında toplum için zararlı hale getiren en mahsurlu yanı budur.

-Peki ne olmalı, bu sarmaldan nasıl kurtulmalıyız?

Sistemden vazgeçerek… Türkiye tek bir kişinin aklıyla, istekleri ile yönetilemez. Yönetilmediğini de görüyoruz. Devlet çok akılla yönetilmesi gereken bir müessesedir. Kurumsal akılla yönetilmesi gereken bir aygıttır. Kurumsal akıl, çok aklın tarihi bir süreç içinde oluşturduğu akıldır. İçinde hem çok insanın katkısı hem de milletçe yaşadıklarımızın tecrübesi vardır. Türkiye birden büyüktür, kimse Türkiye’den büyük veya önemli değildir. Vazgeçilmez olan partiler, liderler şunlar bunlar değil, ülkemiz, milletimiz, bayrağımız, devletimiz, ezanımızdır.

DEPREM YARALARI SARILMADI TUZ BASILDI

-İsterseniz biraz yerele dönelim, Elazığ ağır bir deprem geçirdi, yaraların sarıldığına, vatandaşın sorunlarının çözüldüğüne inanıyor musunuz?

İnanmıyorum, bunu muhalefet olsun diye söylemiyorum. Depremde bakanlar buradaydı, gerçekten günlerce burada kalıp, arama kurtarma çalışmalarına riyaset ettiler. Bu yönüyle Elazığ’ımıza psikolojik destek verdiler. Bunu inkar edemeyiz.

-Ya sonrası?

Sonrasında bu ilgi sadece ilgi olarak kaldı, yaraların sarılması, mağduriyetlerin giderilmesine dönüşmedi. Evet, ihaleler yapıldı, inşaatlar başladı, bazıları bitme noktasına geldi, bazılarının ise temeli bile atılmadı. Hala yüzlerce insanımız çok ağır şartlarda konteynerlerde kalıyor. İçimizde birileri üşüyorsa biz de üşüyoruz. İçimizde birileri açsa bizde açız. İçimizde birileri ağlıyorsa biz de ağlamalıyız. Hala köylerde yıkılan evlerle ilgili bir çalışma yok.

-Ama ihale edilen evler bitmek üzere 10 ay gibi kısa bir sürede?

Peki buna devlet katkısı ne? Bitiyor olması hiçbir şeyi göstermez. Bakın bu ihaleler baştan sona yanlış. Elazığ’ı bir deprem vurdu bir de bu ihaleler vurdu. Vatandaşın cebinden 5 kuruş çıkmadan ev sahibi yapılabilirdi. Şimdi fahiş fiyatlarla evler yapılıyor, çoğu küçük, Elazığ kültürüne, irfanına uygun olmayan evler. Vatandaşa 200 ile 300 BİN TL arasında maliyet çıkarılıyor. Yani deprem mağduru ölene kadar borç ödeyecek, belki mezara borçlu gidecek, geride kalanlara miras olarak borç bırakacak?

-Tabi para alacak, bedava mı yapsındı?

Bedava yapılabilirdi. Bir iki örnek vereyim: Abdullah paşada yıkılan evler 5-6 katlıydı. Şimdi yine 5-6 kat yapılıyor. Bu bölge Elazığ’ın en değerli yerlerinden biri. Bir kısmı Malatya yoluna bakıyor. Orada 200 metrekarelik bir dükkanın bedeli 2.5-3 milyon TL. 200 Metrekarelik bir daire 700-800 bin TL. Burada 5 veya 6 kat yerine 8-10 kat ruhsat verilseydi- ki depremden önce imar planında 10 kat olduğunu sanıyorum- Elazığ’da her müteahhit yüzde elli ile buraları yapar, vatandaşın cebinden bir kuruş çıkmadan ev sahibi olurdu.

Bir başka örnek Karşıyaka/iskan evleri. Burada 110 civarında ev vardı. Şimdi iki katı kadar ev yapıldı. Yani fazladan yapılan dairelerle evi yıkılan vatandaşlarımızın evlerinin maliyetini karşılamak mümkün. Bütün yapacağınız vatandaşın evini verecek, fazladan yaptıklarınızla da maliyetinizi karşılayacaksınız. Ama ne oldu, burada iki tip ev yapıldı küçük tip evler için 220 bin TL civarında para isteniyor. Bu insanlar zaten dar gelirli, paraları yok.

Ödeyemeyecek durumda olanlara arsa payı olarak 82 bin TL teklif ediliyor. Şimdi buna vatandaşın yarasını sarmak denilebilir mi? Bu vatandaşın yarasına tuz basmaktır.

“TOKİ üzerinden iktidarın vurması”

Geliyorsun vatandaşın arsasına ev yapıyorsun fazla çıkan konutlar vatandaşın parasını karşılamasına rağmen vatandaştan 220 bin TL de para istiyorsun. Bu depremin vurduğu insanları bir de TOKİ üzerinden iktidarın vurması değil mi? Her yerde aynı hata yapıldı, inşaatların yükseltisi artırılsa kimse mağdur olmaz, cebinden 5 kuruş çıkmadan ev sahibi olurdu. Şimdi bu insanlar bu kadar borcu nasıl ödeyecekler?  Bu konuda yerel yönetim de büyük zaaf  göstermiştir. Elazığ’da her müteahhit bu dediğim şartlarda bu inşaatları yapar, hem işadamlarımız, hem esnafımız hem de vatandaşımız, deprem mağdurumuz kazanırdı. Bakın yakınlarımın da üç evi orta hasarlıydı. 8 katlı bir binaydı, 10 kat ruhsat verildi, sadece 135 bin tl ödeyerek evlerine kavuşacaklar. Buna göre mukayese edin.

-Ama bir milletvekilimiz eleştirenlere daha ne olsun, bu kadar yardımdan sonra eleştirenin kanı bozuktur gibi laflar etti?

Şahısların sözleri üzerinde yorum yapmıyorum, bu dedikodu üslubudur, bizi bir yere de götürmez. Bunun cevabını her seçim tıpış tıpış kendini aşağılayanlara oy vermeye koşanlar versin.

İYİ PARTİDE NELER OLUYOR?

-İYİ Partide ki son gelişmelere ne diyorsunuz?

İYİ Parti şu anda ibresi yukarı olan, engellemelere, kısıtlamalara rağmen büyüyen tek parti… Vatandaş yeni bir siyaset arıyor, kimi güçlü görürse ona yüklenecek. Anketlerde İYİ Partinin oyu yüzde 12-15 arasında değişiyor. 15, iktidar sıçraması için psikolojik eşiktir, o eşik aşılırsa kimse İYİ Partiyi durduramaz.

-Operasyon mu yapılıyor diyorsunuz?

Dediğim şu Sayın Ümit Özdağ –ki bu ülkeye eserleri ile hizmet etmiş biridir- iki iddiada bulundu, bir; İstanbul İl Başkanı Buğra KAVUNCU  FETÖ’cüdür dedi. Bunu neye dayanarak söyledi, 2010’dan önce Kazakistan-Türkiye İş adamları derneğinde yöneticilik yapması yüzünden. 2010’dan önce bu dernekle FETÖ’nün alakası yok, Kazakistan’da iş yapmak isteyen herkes üye olmuş, içlerinde MÜSİAD üyeleri bile var.

“Son zamanlarda kendini FETÖ komiseri ilan eden tipler türedi.”

Dernek, Buğra Kavuncu 2010’da kesin dönüş yaptıktan 2-3 yıl sonra FETÖ’nün kontrolüne geçmiş. Şimdi böyle bir gerekçe ile bir insan FETÖ’cü ilan edilebilir mi? Bunu Sayın Özdağ için söylemiyorum ama Son zamanlarda kendini FETÖ komiseri ilan eden tipler türedi. Bunlar amaçlarına ulaşmak için önüne gelene Fetö etiketi yapıştırıyor. Kim kimi yemek istiyorsa Fetöcü diyip çıkıyor. Eğer bu iş siyasetçilere bırakılırsa içinden çıkılmaz hale gelir. Bu iş yargının işidir, yargı bir adama kesin hükümle Fetöcü demedikçe kimse diyemez.

Diyelim ki, Kavuncu Fetöcü, bu bir partinin tamamını bağlar mı, AKP’de Gülen’in elini öpmeyen yok, daha düne kadar, ”Ne istediler de vermedik, aynı menzile yürüyoruz,” diyorlardı. Bu kafa ile gidersek ülkeyi yaşanmaz hale getiririz, kimsenin güvenliği olmaz. Kimse yarınından emin olamaz. Elbette oraya giden AKP’liler de Fetöcü değil, dini bir yapılanma sanıp gitmişler, gittiler diye suçlanamazlar.

-İkinci iddiası HDP ile Anayasa yapma

Evet Ümit bey öyle diyor. Sayın Akşener ve İYİ parti ise şunları söylüyor. Türkiye Sosyal Ekonomik ve Siyasal Araştırmalar Vakfı (TÜSES) diye bir vakıf var. Bu vakıf belli periyotlarla ülke meseleleri hakkında toplantılar yapıyor, su sorunu, Tarım, Dış Politika, AB ile ilişkiler gibi. Toplantılara zaman zaman siyasetçiler de çağrılıyor. Onlar da gidip gündemle ilgili görüşlerini ifade ediyorlar. Bu toplantılara daha İYİ Parti kurulmadan MHP döneminde de katılımlar olmuş.  Temel Karamollaoğlu'nun konuşmacı olduğu bir toplantıya HDP’den de bir kişi  gelmiş, kesinlikle bir anayasa çalışması yok.

İYİ Partinin bu beyanları Kılıçdaroğlu, HDP ve Temel Karamollaoğlu tarafından da doğrulandı. E, HDP'de geldiğine göre siz de aynı kafadansınız...  O HDP ile düne kadar  halvete giren bugünkü iktidardı. O HDP’nin ağa babası APO’nun mektuplarını muska gibi Nevruzlarda okutan, daha dün dediğimiz bir tarihte Öcalan kardeşleri TV ve Anadolu ajansa çıkaran da bugünkü iktidardı. Bir İYİ Partili bir toplantıya gitti diye neredeyse kıyameti koparacaklar. Özdağ, belki milli reflekslerle hareket ediyor ama olayı köpürtenlerin derdi, ülke ve milletin selameti değil, Saray İktidarının devamını sağlamak.

“Özdağ çapında birinin bu oyuna gelmemesi gerekirdi.”

Özdağ çapında birinin bu oyuna gelmemesi gerekirdi. Öbür tarafta AKP’nin HDP ve İmralı ile yapmadığı iş kalmadı, kimse bunu konuşmuyor. Çözüm sürecinde HDP ile iş birliği yaparak 60 civarında yasa çıkardılar. Apo görüşmelerimizin yasal dayanağı yok dedi, MİT kanunu değiştirildi. Apo, hakikatleri araştırma komisyonu kurulsun dedi, kurdular. Bu komisyon ne yapacaktı biliyor musunuz, adı faili meçhul cinayetlere karışan devlet görevlileri gelip itirafta bulunacaklar, yani bir nevi devlet PKK ile mücadelesinden dolayı kendi kendini yargılayacaktı. Tabi faili meçhul kalmış diğer cinayetler içinde PKK’lılar aynı şeyi yapacaktı. Yani PKK ile devletin mücadelesi eşitlenmiş olacaktı. Bu yöntem Şili’de, Arjantin’de en son Güney Afrika’da denendi, büyük trajedilere neden oldu.

“AKP’ye mubah olan diğerlerine niye suç olsun?”

Bunları AKP yaptı ama kimse AKP’nin günahlarını konuşmuyor. AKP’ye mubah olan diğerlerine niye suç olsun?  Bakın, bu soruyu bana sorsanız, ben hiç kimse ile  bu ülkenin menfaatleri için görüşmekten imtina etmem derim. Biz HDP’den kaçmamalıyız, o bizden kaçmalı, sen halkın sorunları ile ilgilenmiyorsun, siyaset yapmıyorsun, kardeşi Kardeşe düşman ediyorsun demeliyiz. Altını oymalıyız. Vay şu HDP ile görüştü, bu görüştü, bunlar özgüven eksikliğinin bir ifadesidir. HDP karşıtlığı üzerinden ucuz milliyetçilik yapmaktır. Milliyetçilik, bir bütünleştirme ideolojisidir, öyle olduğu için de dışlayıcı değil, içine alıcı, mas edicidir. Dolayısıyla milliyetçilik, HDP karşıtlığına indirgenemez. HDP’yi etkisizleştirmenin yolu bu değildir. Dışlandıkça kitlesini Kürtler dışlanıyor diyerek ayrı devlet projesine ikna ediyor. Bu oyuna gelmemeliyiz. Terör ve ayrılıkçılıkla mücadelenin yolu bu değildir.

“Özdağ, AKP ile de Ömer Çelik üzerinden görüşmeler yapıldığını söyledi”

Bakınız son bir iki yıl örgütle ciddi mücadele edildi, bunu takdir etmek lazım. Aynı şekilde bölücülükle de kararlı bir şekilde mücadele etmeliyiz. Önemli olan kiminle görüştüğümüz değil, kendi görüşlerimizden, ülke bütünlüğünden taviz vermemektir. Görüşme terörü sonlandıracak, ayrışma taleplerini tavsatacaksa herkesle görüşülür. Özdağ, AKP ile de Ömer Çelik üzerinden görüşmeler yapıldığını söyledi, Çelik, çok sert ve ağır bir üslupla Özdağ’ı yalanladı. Özdağ, bir şey söylüyor, diğerleri başka bir şey söylüyor, dileyen dilediğine inanır. Ben İYİ Partinin de, HDP hariç diğerlerinin de bilerek isteyerek bu ülkenin birliğine zarar verebileceklerini düşünmüyorum.

Özdağ'da yıllar önce 1998 yılında Washington’da Kürt Çatışmasının Çözümü paneline katılmış. Katılımcıların yarısı bölücü, yarısı ajan…  Panelin katılımcıları arasında Özdağ'ın yanı sıra, Hamit Bozarslan, Mehdi Zana, R.Olson ve Graham Fuller gibi isimler var. Bozarslan şimdilerde 90 yaşını devirmiş, etnik bölücülüğün babası sayılan bir isim. Onlarca kitap ve makalesi var. Tek başına onlarca HDP'ye bedel. Mehdi Zana, Leyla Zana'nın kocası, daha çok Barzani çizgisinde bir isim. Fuller, bir dönemin CIA Ortadoğu istasyon şefi. R.Olson, soruna PKK/HDP ile aynı pencereden bakan bir isim. Türkçeye de çevrilmiş, Koyun ve Kasap isimli kitabın yazarı. Panel yöneticisi Alan Makovsky ise Center For American Progress adlı ABD istihbaratı ile ilişkili düşünce kuruluşunda Ortadoğu ve Türkiye uzmanı. Yıllarca ABD Dışişleri bakanlığında çalışmış, 28 Şubat'ta askerlerle ilişkileri basında çok konuşulmuş bir isim.

“Bir Türk milliyetçisi asla ülkesini, milletini satmaz.”

Özdağ'ın aynı panelde konuşmacı olduğu bu isimlerin tamamı, İYİ parti görüştü dediği HDP'lilerden daha tehlikeli isimler. Şimdi Özdağ bu panele bölücülerle ABD istihbaratçılarıyla katıldı diye ona da mı bölücü diyeceğiz? Hayır! Ben biliyorum ki Sayın Özdağ  Türkiye'nin aleyhine bir söz söylemez. Buna eminim. Sayın Özdağ, kedisine güvendiği gibi İYİ Partideki arkadaşlarına da güvenmeliydi. Bir Türk milliyetçisi asla ülkesini, milletini satmaz. Tıpkı İYİ Partinin HDP ile görüşmemesine rağmen, görüşse bile yanlış yapmayacağına inandığım gibi. Bir panele katılımcı olmak o panelde bulunan diğer isimlerle aynı torbaya konulmayı gerektirmez. Keza, bir toplantıya gitmek de o toplantıda bulunanlarla aynı kategoride ele alınmayı haklılaştırmaz. Milliyetçinin milliyetçi ile kavgası olmaz. Bugün milliyetçiliğin ve milliyetçilerin birinci hedefi ülkenin bu baskıcı, otokrat, ekonomiyi batıran yönetimden kurtarılması olmalıdır. Keşke Sayın Özdağ sussaydı da onun  yerine biz konuşup onu savunsaydık. Bazen konuşmak değil, susmak insanı büyütür. Ne yazık ki buna fırsat bırakmadı.