Cabiri'nin, "Çağdaş Arap-İslam Düşüncesinde Yeniden Yapılanma" isimli kitabına devam ediyoruz.
Cabiri, eserinde din fanatiklerini eleştirir. "İlk düşman her zaman en yakın komşudur "der.(s.49) Haricilerin aslında yanında oldukları Hz Ali'ye cephe aldıklarını anlatır.Fanatiklerin bölüne bölüne eriyip gittiklerine işaret eder.
Anlatılmak istenen fanatizmin sorun çözücü ve kalıcı bir yanının olmadığıdır. Çünkü toplum, hep orta yolda yürümeyi tercih etmektedir. Bu akımların meydandan çekilmesi için:"Fıkıhçıların fıkıh ilmini yeniden yapılandırıp,metot ve çağdaş kavramları,yani bilimsel ve toplumsal gelişmenin birlikte ortaya koyduğu,ekonomi,sosyoloji ve siyaset bilimlerinin yöntem ve kavramlarını gerçek manada pratize etme görevini yerine getirmeleriyle mümkündür.(s.53) Cabiri, haklı olarak hukukun sosyoloji ile birlikte yürümesi gerektiği kanaatindedir. Fıkıh hayatın gerisinde kalıp günün meselelerine cevap verme yetkinliğini kaybedince, yüzünü geçmişe dönen, çareyi dünde arayan aşırı akımlar ortaya çıkmakta,bugünü düne uydurma çabaları artmaktadır.
Bundan kurtulma yönünde ilk bilinçlenme Endülüs'te başlamıştır. Burada, yeninin " geçmiş örneğe", tikelin tikele vurulması olan "kıyas" üzerine kurulu bir içtihada değil, bilakis medeni gelişmenin ortaya koyduğu yeni sorunlara cevap verebilmede daha güçlü kılan bir metodolojiye olan ihtiyaç bilinci ortaya çıkmıştır.(s.56)"Bu metodolojinin öncü müceddidi ise Şatibi'dir.Ona göre doğru olan hakkında nass olmayan bir olayı,hakkında nass bulunan bir olaya kıyas etmek yerine İslam'ın tümellerine yani makasıda (gayeler-maksatlar) dayanmak gerekir.Önemli olan, haklarında hüküm bulunan tikel olayları, tam bir tümevarıma tabi tutup, bu tümevarımın sonuçlarını tümel ilkeler halinde formüle edip, tek tek olaylara uygulayabileceğimiz kurallar elde etmektir.İslam'ın, genel maslahatı göz önüne aldığı, nassların maslahatı gözettiği dikkate alındığında, genel maslahat her şeyi belirleyen genel bir ilkeye dönüşür."(s.57) Öyleyse yeni soru ve sorunları çözmede en önemli ilke genel maslahat yani toplumun yararının gözetilmesidir.
Cabiri, bu yöntemi kullanarak hırsızın elinin kesilmesi ile ilgili nassı mercek altına alır. "Peygamber dönemine gidip o zamanki sosyolojik durum çerçevesinde olaya baktığımızda, şu verilere ulaşırız:birincisi,hırsızın elinin kesilmesi,Arap yarımadasında İslam'dan önce de uygulanan bir ceza şekliydi.İkincisi, el kesme cezası,develeri ve çadırlarıyla bir yerden bir yere göç eden bedevi bir toplumda uygulanmıştır.Böyle bir toplumda hırsızın hapis cezasına çarptırılması mümkün değildi.Zira o zaman ne hapishane, ne duvar, ne mahkumların kaçmasını önleyecek otorite, ne de onların iaşe ve ibatesini sağlayacak bir teşkilat vardı.Öyleyse yegane çözüm yolu bedensel ceza vermekti...Çünkü o zaman ne sınırlar, ne duvarlar, ne de servetin korunduğu güvenli yerler vardı.Dolayısıyla, şu iki hedefi amaçlayan bedeni ceza, zorunlu olarak ortaya çıkmıştı:Tekrar çalma imkanını nihai olarak ortadan kaldırmak ve hırsızları tanıyacak bir alameti onlar üzerinde bırakmak.Bu o gün için anlamlı ve uygun bir tedbirdir.(s.62)"
Peki ya bugün?
Cabiri de , bu soruyu sorar ve şöyle der: "Şer'i hükümler, illetleri üzerine mi,hikmet ve maslahatları üzerine mi bina edilmelidir?" Cevabını yine kendisi, maslahatlar yani kamu yararı olarak verir: "Hükümlerin maslahatlarla birlikte bulunmasını esas olarak kabul ettiğimiz sürece zaten kendisini dayatacak olan bir şeydir.Öyle inanıyorum ki, Hz.Ömer'in çıkış noktası da budur.Öyleyse,içtihat, bu ilkenin kabulü veya reddi şeklinde değil,bilakis, hükmün illete bağlı olduğu ilkesine hakim olan mekanik karakteri ortadan kaldırmak ve maslahat fikrini İslam'ın ahlaki bakış açısıyla da uzlaşan gerçek kamu yararı düzeyine çıkarmak şeklinde cereyan etmelidir.(s.63) Ona göre, Hz.Ömer'in, fethedilen arazilerin mücahitler arasında dağıtılmasına ilişkin nassı uygulamak yerine devlete ait arazi haline getirmesi bu mantığın sonucudur.Hz.Ömer, maslahatı, Şeriat'ın maksatlarını esas aldığına göre,niçin günümüzde müçtehitler tedvin döneminin fakihlerini taklit yerine,Hz.Ömer'in örnekliğini gösterdiği türden bir içtihat ameliyesini benimsemesinler?(s.66).
Görüldüğü gibi Cabiri tavrını kamu yararından yana koyar ve bununla hırsızların günümüz maslahatını gözeten tarzda cezalandırılması gerektiğini ima eder. Bunu yaparken de sadece Hz.Ömer'in içtihatlarına dayanmaz, Hz.Peygamber'in" Elinizden geldikçe Müslümanlardan hadleri düşürünüz.Bir Müslüman için bir çıkış yolu bulduğunuzda onu serbest bırakınız,imamın afta hata etmesi, cezada hata etmesinden daha hayırlıdır." hadisine dayanır.
Kitabında din-devlet ilişkilerini de irdeleyen Cabiri,Kuran'da İslami davetin, bir devlet, bir krallık,bir imparatorluk çağrısı yaptığına dair tek bir ayet olmadığını belirtir.Ehl-i Sünnet siyaset teorisini eleştiren yazar,"bunun fiili durumu meşrulaştıran, kurum veya organ odaklı değil, biat edilecek kişi üzerine yoğunlaşan" bir teori olduğunu söyler.(s.89) Maverdi'den sonra Sunni teori bazı ilkelerden vaz geçilerek, yönetimi kaba kuvvetle ele geçirmenin meşru olduğunun kabul edildiği bir noktaya gelmiştir.Gazali ve sonrasında, fakihlerin önceki siyaset fıkhını geçersiz kılan ilkesi şu şekle dönüşmüştür:Kaba kuvvetle yönetimi ele geçirene itaat etmek vaciptir.(s.97) Cabiri, bu tarz bir siyaset teorisini kabul etmez,"Arap dünyasının sıkıntısını çektiği genel sorunun,siyasi ve toplumsal boyutlarıyla demokrasi sorunu" olduğunu (s.107) çıkış yolunun " halkı Müslüman olan ülkelerin -dini siyasetten ayırması - olduğunu belirtir.Çünkü din, mutlak ve değişmez olanı,siyaset ise göreli ve değişken olanı temsil eder, bu nedenle dini,siyasi amaçlar için kullanmaktan kaçınmak gerekir.Siyasetin hareket noktası çıkarlar olup,onu elde etmeye çalışır.Din bundan uzak tutulmalıdır;aksi takdirde din, özünü ve ruhunu kaybeder.(s.111)
İndirgemeci bir din anlayışına karşı çıkan yazar, İslam'ın örtüden, el kesmeden ibaret olarak görülemeyeceğini şu şekilde ifade eder:"İslam tamamen bir "örtü" bir "el kesme" gibi konulara indirgenirse bu, gerçek siyasi sorunları gündeme getirmekten ve sorumluluktan kaçış ya da bir acziyetin ifadesi ve fırka fırka olup dinlerini parçalayanlar(En'am 159 ayet) durumuna düşülür. Bu iç savaşın bir başlangıcıdır.Öyleyse siyasetin, dinin, özünde var olan birleştirici bir unsur olarak kalması yerine, bölücü bir unsur olmasına neden olacak tavırlardan kaçınması gerekir.(111)"
Kitapta daha birçok konu başlığı var. Son yüzyılın çok önemli düşünürlerinden biri olan yazarın düşünce ve görüşleri sadece Arap dünyasını ilgilendirmiyor.İslam dünyasındaki ortak zihniyet sorunlarına neşter vurarak, dini anlama ve günümüze uygulamada yeni bir yöntem öneren kitabın konuya ilgi duyanların mutlaka başvurması gereken bir kaynak. Onun, demokrasi olmadan,yani beşeri egemenlikte " ortaklık" olmadan,parti, grup,aşiret içinde çok seslilik olmadan,ne bir uyanış, ne bir birlik ve ne bir ilerleme olur"(s.128) tespiti günümüzün temel sorununu özetler gibidir.
İçerisinde bulunduğumuz dünya ile inançlarımız arasında açılan aralık, ancak bu tip çalışmalardan alınan ilham ve yepyeni bir metodoloji ile kapatabilir. Zaten son yıllarda ortaya çıkan tepki ve deist akımlar, biraz da bugünü düne taşımak anlamına gelen, dünü bugünün sorunlarını çözecek hazır bir reçete gibi görmekten kaynaklanan tepkiler değil midir?