Adaletten bahsetmek kolay, adil olmak zordur. Bir devleti halkı nezdinde saygın yapan, adalete verdiği değerdir.
Devlet zor kullanma tekelini, adaleti sağlamak, zayıfın hakkını güçlüden almak için elinde bulundurur. Aksi takdirde o hakkını kaybeder, herkes kendi adaletini kurma yoluna gider. Bu da kaos ve anarşi dolayısıyla devletin izmihlalidir.
Adalet, şahısların insaf veya merhametiyle sağlanmaz.Kurum ve yasalara yaslanmayan bir adalet anlayışı insanları,yönetenlerin insafına bırakır. Geçmişte böyle olduğu için siyasetnamelerde hep yönetenlerin vicdanlarına seslenilmiş, onlardan adeta adalet dilenilmiştir.Bunun yönetenlerin vicdanına ne kadar makes bulduğu tartışılır.Frederic Bastiat bu gibi durumlar için şunları söyler:"...kanun koyucu, seçilmeden önce yere göğe sığdıramadığı halk tarafından bir defa seçilmeye görsün, nutuklarındaki ton derhal değişir.Bundan böyle kendisi mutlak hakim,halk ise edilgen,miskin ve şuursuzdur.Halkın harekete geçirilmesi,yönlendirilmesi,güdülmesi ve örgütlenmesi artık onun işidir.İnsanlar sadece boyun eğecektir.Artık despotizmin saati çalmıştır..."
Ne yazık ki bugün de öyledir.
Böyle olmaması ve insanı insanın merhametine bırakmamak için insanlık çok yol aldı. Gücü elinde bulunduranların o gücü nasıl kullanacaklarını kurallara bağladı.Keyfiliği engellemek için sınırlamalar getirdi.Zalimin zulmüne mani olmak için denge ve denetleme mekanizmasını kurdu.Adalete duyguların karışmaması için düzenlemeler yaptı. Bunu başaran ülkeler hem kısa zamanda geliştiler hem de halklarıyla adalet zemininde güvene dayalı bir ilişki kurdular. Bunu başaramayanlar ise halklarını yönetenlerin paşa gönüllerine mahkum ettikleri için toplumla bir güven ilişkisi kuramadılar. Sermayenin, ekonomiye dahil olacağı şartları oluşturamadılar. Keyfilik yüzünden yarınına güvenle bakamayan, yargı departmanları arasında itişmelerin olduğu bir sosyal ve siyasal ortam oluşturdular.
Terör örgütlerinin en çok beslendiği alan -adaletin dokunamadığı- düzeni sağlayamadığı, hoşnutsuzların doldurduğu alandır. PKK yıllarca Güneydoğu'da kimi uygulamaları köpürterek istismar etmedi mi?
Kuvvetler ayrılığı,adaletin en önemli ayağı yargıyı her türlü iç ve dış etkiden korumanın, kimseyi kimsenin insafına bırakmama yollarından biridir.Yargı ne kadar bağımsız olursa verdiği kararlar o kadar adalete uygun olur, maşeri vicdanda karşılık bulur. Peki bu yeter mi? Bunun cevabını Hayek verir:"Sınırsız bir demokrasi, gücü kanunla sınırlandırılmış iktidar ile mümkündür.İktidarın sınırlandırılmasında sadece kuvvetler ayrılığı ilkesi ile anayasalar yeterince etkin olmadığı için, hukukun üstünlüğü ilkesi benimsenerek,hükümetin zorlayıcı gücünün genel kurallara uygunluk dışında kullanımı engellenebilir."
Hukukun üstün olduğu yerlerde son sözü hukuk söyler. Hukukun üstün olmadığı yerlerde son söz gücü elinde bulunduranlara aittir. Can Atalay davası, nasıl bir anlayışla yönetildiğimizi, hukukun sözünün kaç para ettiğini gösteren bir turnusol oldu. İnsan Hakları yargılamasında son sözü söylemesi gereken AYM kararı hiçe sayıldı.Önce Yargıtay, sonra da ülkeyi yönetenler bu kararı tanımadıklarını ilan ettiler. Sonunda hukukun dediği değil,gücü elinde bulunduranların dediği oldu.Can Atalay'ın düşüncelerine, siyasetine,dünya görüşüne katılmayabilirsiniz. Bu, son sözün sahibi olması gereken AYM kararını yok sayma ve onun yerine karar vererek adaleti siyasete feda etme hakkını vermez.Bir devlet ne kadar adil olursa insanını o kadar çok kendine bağlar.Adalet yoksa sadakat de olmaz!