Uzay hukuku, insanoğlunun uzaydaki faaliyetlerinden doğan sorunlara değinen ve devletlerin uzay faaliyetlerini ele alan, uluslararası hukukun alt dalıdır.
Telekomünikasyon uydularının frekans tahsisinden, uzay araçlarının tesciline, uzayda verilen zararların tazminine ve uzay kaynaklarının kullanımına kadar pek çok konuyu içerir. 1910’da Paris’te yayınlanan bir makalede Emile Laude uzay hukuku hakkında ilk çalışmayı yapmış ve çalışmasında Hertz dalgalarının mülkiyetini tartışmıştır. Özellikle ‘’hava sahasının dikey limitinin olmaması’’ gibi konular dikkat çekicidir. 1953’te ise uzay hukuku üzerine ilk doktora tezi yazılmıştır.
Uzay hukukunun kendine ait temel ilke ve kavramlarının olması ve gelişen uzay teknolojisiyle ilgi alanının giderek büyümesi onu ayrı bir hukuk dalı haline getirmiştir. Fakat uzay hukuku ile hava hukukunun ilişkisi üzerine uzay-hava araçları ve sınırlandırma gibi konularda belirsizlikler mevcuttur. Hem uzayda hem de hava sahasında uçuş yapabilen araçların üretilmesi, bu araçların hangi hukuka tabi olacağı sorununu gündeme getirmiştir. Ayrıca uzayın nerede başladığı, uzayın ve hava sahasının nerede ayrıştığı da tartışmalıdır. Zira bir devletin hava sahasında o devletin rızası olmaksızın başka bir devlet faaliyet yürütemezken, uzayda devletlerin serbest bir şekilde faaliyet yürütebilmesi söz konusudur. Deniz seviyesinden 100 km’lik yüksekliğin ötesi uzay olarak kabul edilmekte ve bu yüksekliğe kadar olan hava sahası o devletin egemenliğinde bulunmaktadır.
Soğuk savaş döneminde ise SSCB tarafından 4 Ekim 1957 tarihinde dünyanın ilk yapay uydusu olan Sputnik 1’in uzaya fırlatılması ile devletlerin arasında yeni bir rekabet meydana gelmiş ve adeta dönüm noktası olmuştur. Sputnik 2 ve Sputnik 3’ün de gönderilmesi ile Sovyetler Birliği’ni maddi olarak da bayağı zorlayan bu süreçte, ABD buna mukabil olarak 1958 yılında NASA’yı kurmuştur. Böylelikle Soğuk Savaş’ın uzaya yansıyan kısmında uzay adına çok fazla gelişme kaydedilmiş, SSCB ilk hamleyi yapmak üzere, her iki ülke yoğun biçimde uzay faaliyetlerine devam etmiştir.
Bu gelişmeden kısa bir süre sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun bir organı olarak görev yapacak olan Birleşmiş Milletler Dış Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi (UNCOPUOS) oluşturulmuştur. Bu komitenin misyonu “dış uzayın barışçıl kullanımında uluslararası iş birliğinin kapsamını incelemek, Birleşmiş Milletler himayesinde bu alanda programlar planlamak, dış uzay hakkında sürekli araştırmaları ve bilginin yayılmasını teşvik etmek ve dış uzayın keşfedilmesinden doğan hukuki problemleri incelemek” olarak belirlenmiştir. Tarihe baktığımızda ise UNCOPUOS tarafından beş temel antlaşmanın imzaya açıldığını görmekteyiz.
Bu antlaşmalar:
1.Dış Uzay Antlaşması (10 Ekim 1967), resmi adıyla Ay ve Diğer Gök Cisimleri Dâhil, Uzayın Keşif ve Kullanılmasında Devletlerin Faaliyetlerini Yöneten İlkeler Hakkında Antlaşma, uluslararası uzay hukukunun temelini oluşturan antlaşmadır.
2.Kurtarma Antlaşması (19 Aralık 1967), resmi adıyla Astronotların Kurtarılması, Astronotların ve Uzaya Fırlatılmış Olan Araçların Geri Verilmeleri Hakkında Antlaşma, uzaya gönderilen insanların kurtarılması konusunda ülkelere hak ve yükümlülükler getiren uluslararası antlaşmadır.
3.Uzay Sorumluluk Sözleşmesi (1972), resmi adıyla Uzay Cisimlerinin Verdiği Zarardan Dolayı Uluslararası Sorumluluk Hakkında Sözleşme, sorumluluk kurallarını daha geniş ele alan antlaşmadır.
4.Tescil Sözleşmesi (15 Eylül 1974), resmi adıyla Atmosfer Dışı Uzaya Gönderilen Cisimlerin Tescili Sözleşmesi, uzaya gönderilen araçlarla ve fırlatmalarla ilgili BM’ye bilgi verme yükümlülüğü getiren bir sözleşmedir.
5.Ay Antlaşması (11 Temmuz 1984), resmi adıyla Devletlerin Ay’da ve Diğer Gök Cisimlerindeki Faaliyetlerini Düzenleyen Antlaşma ay ve diğer gök cisimlerinin kullanılmasıyla ilgili hükümler içeren antlaşmadır fakat bu antlaşma uzay faaliyetleri yürüten devletlerin imzalamaması sebebiyle kâğıt üzerinde geçerli ve yürürlükte olsa da hayata geçirilemeyen bir antlaşmadır.
Son yıllarda, uzay faaliyetleri alanında ortaya çıkan güncel konular, uluslararası arenayı bu hususlara yönelik düzenleyici tedbirler almaya zorlamış, zira uzay konularında bağlayıcı olan yeni uluslararası normlar üzerinde anlaşma sağlanamamıştır. Soft Law (Yumuşak Hukuk) adı verilen ve bağlayıcı olmayan çözümlerin benimsenmesi, bu hedefe ulaşmanın en uygulanabilir yolu olarak görülmektedir. Bu belgelerin kabulü hala uluslararası alanda uzay sorunlarının ele alınmasında en uygun yöntemi oluşturmakta ve hükümetler arası ve sivil toplum kuruluşları bağlamında formüle edilmektedir.
Gök cisimleri de dâhil uzayın hiçbir parçası ulusal tahsise tabi değildir. Bu ilke, Dünya’daki yasal durumun uzaydaki durumdan ayırt edilmesinde son derece önem teşkil eden bir hükümdür. Dünya devletleri, egemen yetkilerini fiziksel bölgeler üzerinde kullandıklarından ötürü egemenlik, kullanım ve işgal iddiasıyla sahiplenme, geçmişte devletlerin sahipsiz alanları talep etmelerinin geleneksel yoluydu. Uluslararası uzay hukuku bu tür bir kendine mal etmeyi ya da farklı bir tabirle öz tahsisi yasaklar ve uzayın ve gök cisimlerinin kimsenin tahsis edemeyeceği uluslararası alanlar şeklinde nitelendirir. Ulusal Tahsise Tabi Olmama ilkesi, 1967 Dış Uzay Antlaşması II. Maddesinde belirtilmiştir. Yine aynı antlaşma hükümlerine göre, tüm devletler, uzaya özgürce erişme, keşfetme ve kullanma hakkına sahiptir. Hiçbir ülkenin uzay faaliyetlerini yürütmek için herhangi bir merciden yetki ve izin almasına yahut hava yolları gibi uluslararası kurumlar ve devletlere ücret ödemesine gerek yoktur. Ülkelerin ekonomik kalkınma düzeyine göre de ayrımcılık yapılamaz.
Milyonlarca insan uzay teknolojileri sayesinde, günlük olarak uzay temelli birçok uygulamadan faydalanmaktadır. Serbest erişim ve kullanımın sağlanması ve uzay nesnelerinin güvenliğinin sağlanması, bugün en gelişmiş ulusların siyasi gündeminin öncelikleridir. Hukuki altyapısı kesin bağlayıcı yapıya kavuşmamış olsa da, gerek BM kararları, gerekse ülkeler düzeyinde genel mutabakata varılmış konular ve kuralların mevcudiyetiyle varlığını sürdürmektedir.