Tarihsel açıdan kadının spordaki yerini ortaya koyma, günümüzü anlama adına büyük önem arz etmektedir.
Bu konuyu ortaya koyarken antik dönemi, antik olimpiyatları, modern olimpiyatları, erken dönem Türkleri ve Cumhuriyet döneminde yapılan sporlarda, kadının konumunu iyi anlamak gerekir.
Ancak kadın ve spor konusunu bir sayfaya sığdırılamayacak bir konu olduğunu da burada ayrıca belirtmekte yarar var.
Bu hafta ki yazımda kadın ve sporun tarihsel sürecini genel bir çerçevede sizlere sunacağım.
Tarihi kaynaklar incelendiğinde, antik dönemde Olympia (Yunanistan’da Olipiyat Oyunları’nın yapıldığı antik bir kent)’da sadece evli kadınların yarışmaları izlemelerinin yasaklanması ilginçtir. Yaptırımı ölüm cezası olan bu yasaktan muaf tutulan kadın ise Demeter rahibesiydi (Yunanlarda insanlar tarafından saygınlık gören ve şerefine festivaller düzenlenen bir tanrıça). Aslında bu yasakları o dönemde dini boyutlarla ilişkilendirmek doğru bir yaklaşımdır.
Ancak olimpiyat oyunlarından farklı bir tarihte Olympia’da Hera (Yunan mitolojisinde Zeus’un eşi) onuruna tamamen kadınlara yönelik koşu yarışmalarının da yer aldığı kutlamalar düzenlenirdi. On altı Elisli kadının düzenlediği Hera festivalinde, evlenmemiş kadınlar 160 metrelik bir pistte koşu yarışması yaparlardı.
Pausanias (M.S. 2. yüzyılın sonlarında yaşamış bir gezgin)’a göre kadınlar, çözülmüş saçları, dizlerini örten ancak sağ omuzlarından göğüslerine kadar açık kıyafetleriyle yarışırlardı.
Her toplumda kamusal alana girişi çok geç olan kadının doğal olarak spor faaliyetlerine girişi de doğal olarak gecikmişti.
1885 yılında Hamburg Alster’de tüm halka açık olan yüzme yarışlarında kadınlara dair özel kurallar konulmuştu. Kadınlar geniş elbiseler giyerek yüzebilirken, sırt üstü yüzmeleri ise yasaklanmıştı. 1900’lü yıllara gelindiğinde ise kadınların yüzmesi maalesef yasaklanmıştı.
1896 yılında modern olimpiyatların Atina’da başlatılması bile kadının sporda yer almasına dair bir gelişme göstermesine neden olamamıştı.
Modern olimpiyatların kurucusu Baron Pierre de Coubertin (d. 1863-ö.1937), kadınların sporda yeri olmadığını belirtmekteydi ve düşüncesini şu sözlerle ifade etmişti: “Kadınların rolü, erkeklerin galibiyetlerini taktir etmektir, kadın sporları doğanın kanunlarına aykırıdır. Olimpiyat oyunları erkeklere ayrılmalı ve kadın sporcuların görünüşlerinin korkutucu olduğu vurgulanmalıdır”.
Kadının modern olimpiyatlara katılımı, Coubertin’e rağmen 1900-Paris Olimpiyatları’nda iki branşta gerçekleşmişti. Bunlar, yüksek tabaka kadınlarının malikâne avlularında oynadıkları Golf ve Tenis’ti.
Kısa bir dönemde örgütlenen kadınların geliştirdiği hareket 1921 yılında ilk defa kadınlar olimpiyatını düzenleyerek kendilerini dışlayan olimpik harekete karşı etkili bir güç haline gelmeyi başarmıştı.
1924 yılına gelindiğinde kadınların olimpiyat oyunlarına katılmaya başlamasından sonra bile Coubertin bu olumsuz söylemlerine devam etmişti. Bu konuda araştırmacı Simri, Coubertin’in toplumda erkek egemenliğini içeren patriarkal tasavvuru asla aşamadığı, kadın sporunu doğa yasalarına aykırı bulduğu ve olimpiyatlara kadın katılımının engellenmesine yönelik çabalarının ardında yatan temel nedenin bu olduğu görüşündedir.
Coubertin’in ölümünden sonra Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) tarafından oyunlara kadın katılımının önündeki engelleri giderek kaldırması ve günümüzde neredeyse kadın ve erkeğin eşitlenmesine yol açmıştı.
Erken Dönem Türkler incelendiğinde ise diğer toplumlara göre çok büyük farklılıklar arz ettiği görülmektedir.
Örneğin, 4000 yıl önce Türk Boylarında ok atmanın ve yarışmanın önemli bir olay olduğunu Cem Atabeyoğlu “Okçuluk Tarihi” isimli kitabında şu cümlelerle ifade etmektedir: “Her yıl yapılan ve 3 gün süren şölenlerde bir atlas mendil içine küçük bir hedef çizilir ve 25 adımdan atış yapılırdı. Bu yarışmalara erkeklerle birlikte kadınlar ve kızlar katılırlar, birinci olan bir hafta süreyle o obaya erkekse “başbuğ”, kadınsa “ece” ilan edilirdi”
Erken Dönem Türklerde, kadınların spor kültürü içerisindeki yeri sosyal hayattaki üstün mevkiinin aynısı durumundaydı. Toy ve Yuǧ merasimlerinde erkeklerin yaptıǧı her tür spor dalında, kadınlar için de müsabakalar yapılırdı.
Eski Türk kadınları, henüz çocuk yaşlardayken erkek çocukları gibi özellikle ok atma ve binicilik eǧitimi alırlardı. O dönemlerde “tepük (futbol)” oynayan kadınların bu oyunu oynadıǧını belirten birçok kaynaǧa rastlanmaktadır.
Eski Türk Kadın mezarlarında erkeklerde olduğu gibi, kılıçlar çıkardı. Macar Tarih Bilimci Hampel bu konuyu şu şekilde ifade eder: “Kılıçlar bir ev aracı değildir. Kadınların mezarlarında bulunması bunu savunma aracı olarak kullandıklarını kanıtlar. Çünkü, Türk kadını da erkeği gibi, silahı çok iyi kullanmayı, küçük yaşlarda öğrenmeye başlar”.
Hititlerle ilgili bulunan kabartmalarda kadınların atletizmle uğraştıkları görülür.
Hunlarda kadınlar tıpkı erkekler gibi, at binme, ok atma, top tekmeleme, güreşme ve bedenin geliştirilmesine ve daha sağlıklı olmasına ayrı bir önem verilirdi.
Göktürklerde, kadının da ata bindiği, ok attığı, güreş tuttuğu ve erkeklerle yarıştığı bilinmektedir.
Kazak Türklerinde, özellikle güreş ve koşu, kadınların en fazla ilgi gösterdiği spor dalları olarak öne çıkmaktadır.
Dede Korkut Destanı, Türk kızlarının erkeklerle birlikte her türlü spor faaliyetlerini yaptıklarını yazmaktadır. Divan-ı Lügat-it Türk’te ise Türk kadınlarının güreşe karşı büyük ilgi duydukları anlatılmaktadır.
Kadınların erkeklerle birlikte güreş tutmaları ve çeşitli yarışlara katılmaları, Osmanlı Devleti’nde yükselme dönemine kadar halk arasında devam etmişti.
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise ülkemizde yüzme sporu Türk kadının en fazla tercih ettiği spor dallarından biri olmuştu.
1926 yılında Türk kadını atletizm pistlerinde görülmeye başlamıştı. 1928 Amsterdam Olimpiyat Oyunları’na katılım Nermin Tahsin, Emine Abdullah ve Mübeccel Hüsameddin ile sağlanmıştı.
1927 yılından itibaren Kürek sporunda Şerefnur, Vecihe, Leyla, Melahat, Nevlihal ve Kamran Hanımlar kendilerini göstermeye başlamıştı.
Tenis sahalarında kadınları Vecihe Taşçı, Mediha Bayar, Adriyel Sadak ve Hidayet Karacan temsil ettiler.
Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde kadın beden eğitimi öğretmeni yetiştirmesi için Çapa Öğretmen Okulu’na İsveç’ten kadın beden eğitimi öğretmeni getirilmişti. Burada başarılı olan kız öğrencilerin daha sonra eğitimlerini ilerletmeleri için Avrupa’ya gönderilmişti.
Erkeklerle güreş tutmasıyla bilinen Emine Pehlivan’ın 1931 yılında Kuşadası’nda Bulgar Dimky ile yaptığı güreş, uluslararası alanda ülkemizi temsil etmesi açısından önemlidir.
1935 yılına gelindiğinde ise Türk kadınlarının sporu yaşamlarına dahil edebilmesi adına radyo kullanılmıştır. Azade Tezcan (Selim Sırrı Tarcan’ın kızı), radyodan kadınlar için cimnastik hareketlerini anlatmış ve yaptırmıştır.
1933 yılında Leyla Asım Turgut ve Cavidan Erbelger milli formayı giyen ilk Türk kadınları olmuştu ve ülkemizi Rusya’da temsil etmişlerdi.
Suat Fetgeri ve Halet Çambel ise olimpiyatlarda yer alan ilk Türk kadınları olarak, 1936 Berlin Olimpiyatları’na adlarını yazdırmıştı.
Kadınların spor faaliyetlerindeki aktiflikleri göstermektedir ki Türklerin kadına vermiş oldukları değer, büyük bir anlam ifade etmektedir.
Görüşmek dileğiyle……