Enteresan bir şair,
Aktivist bir insan (bugün ki ifadeyle),
Sultan 2. Abdulhamid’e muhalefet etti,
Hep uçlarda gezdi,
Yüzellilikler listesinde yer aldı,
ve “İyi Bir Sporcu”….
Felsefeci, edebiyatçı, şair, yazar, aktivist, devlet adamı, politikacı ve hekim yönleriyle tanınan Feylesof Ali Rıza Tevfik (Bölükbaşı), 1869 yılında, Edirne’nin Cisr-i Mustafa Paşa Kasabasında dünyaya gelir. Babası Arnavut kökenli Hoca Ahmet Tevfik ve annesi ise Çerkez kökenli Münire Hanım’dır.
Erken yaşlarda İspanyolca ve Fransızca öğrenmiş, önce Galatasaray Sultanisi’nde, daha sonra Tıbbiye’de eğitim görmüştü.
Tıbbiye’nin son sınıfında iken ilk Türk kadın pedagoji öğretmeni Ayşe Sıdıka Hanım (modern anlamda ilk Türkçe “Usul-i Tâlim ve Terbiye Dersleri” isimli eğitim bilimi kitabını yazan kişi) ile evlenerek 3 çocuk sahibi olmuştu. 1903 yılında çocukları henüz 3, 4 ve 7 yaşlarındayken eşini kaybetmişti. Bir yıl sonra Nazlı Hanım’la evlendi ve bu evliliğinden ise iki çocuğa sahip olmuştu.
1907 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girmiş, sonraki yıl II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Selim Sırrı Bey ile birlikte İstanbul’da at üstünde dolaşıp nutuklar vererek halkın galeyanını kontrol altına almada başarılı olmuşlardı. O dönemdeki faaliyet ve başarıları, Dersaadet’in en etkili kişileri arasına girmeyi ve kendisine siyaset yolunu açmıştı.
Rıza Tevfik, milletvekilliği, Maârif Nâzırı (Eğitim Bakanı) ve 1919-1920 yıllarında Şura-yı Devlet (Danıştay) Reisliği yapmıştı. Politikadaki tutarsızlıkları ve kişiliği nedeniyle olaylarla dolu bir ömür sürmüştü.
Sevr Antlaşması’nı imzalayanlar arasında da olduğundan dolayı 8 Kasım 1922 tarihinde ülkeyi terk ettmişti. Yüzellilikler arasında da yer aldığı için uzun yıllar sürgünde yaşadı.
2. Abdulhamid döneminde ona muhalefet edenlerden biri olan Rıza Tevfik, 1940’lı yıllarda bir şiir yazarak (Sultan Abdülhamid Han’ın Ruhaniyetinden İstimdat) onun ruhundan özür de dilemişti.
Rıza Tevfik, birçok alana katkısı olduğu gibi Türk sporuna da önemli katkılar sağlamıştı.
Çocukluğu ve gençlik döneminde hiperaktif bir kişilikti, 1884 yılında Galatasaray Sultanisi’nde öğrenci olduktan sonra sporcu kişiliği belirgin şekilde ortaya çıkmıştı. Spor ve cimnastiğe ilgisi nedeniyle, daha birinci sınıfta beden eğitimi öğretmeni Faik Bey’in dikkatini çekmişti. Son sınıftayken zaman zaman Faik Bey ile bir araya gelerek, Faik Bey’in Üsküdar’da özel Jimnastikhane’ye dönüştürdüğü evinde birlikte idman yapmışlardı. Hocasının etkisiyle bu dönemden itibaren spor, Rıza Tevfik’in hayatının ayrılmaz bir parçası olmuştu.
Şahsına münhasır özelliğinin yanında, iyi bir sporcu olan Rıza Tevfik, ülkemizde cimnastik ile ilk ilgilenen kişilerdendir.
Niyazi Berkes, “Selim Sırrı ve Rıza Tevfik’i beden terbiyesinin Genç Osmanlı toplumundaki öncüleri” olarak nitelendirmektedir. Hatta Meşrutiyet yıllarında bu isimlerin insanlara ayakta durmayı, hareket etmeyi ve koşabilmeyi öğreten sihirbazlar olduğunu belirtmiştir.
Rıza Tevfik, Selim Sırrı’nın spora ilgi duymasının da kendi sayesinde olduğunu iddia etmişti. “O’nu jimnastiğe ve spora, ilk defa teşvik eden benim. Güçlükle başladığı bu işin ileride üstadı olacaktı” demişti.
Rıza Tevfik’in Tıbbiye’deyken cimnastikle ilgisini Selim Sırrı Bey, “Tatil günlerinde mahalle komşumuz Hikmet ile birlikte cimnastik çalışmalarına devam ettik. Hikmet’in evlerinin avlusuna bir barfiks kurduk, bir tarafa da bir çift halka astık çalışmaya başladık. Bize bazı arkadaşlarımız da katıldı. Hepsi de on dört on beş yaşlarında çocuklardık. İçimizde en yaşlı o zaman Mülkiye Tıbbiyesine devam eden Rıza Tevfik’ti. Onun adaleleri bizimkinden daha sert ve daha kalındı… Gerek bizden yaşlı olması, gerek Mekteb-i Tıbbiye’de fazla şeyler okumuş bulunması, ona beden kültüründe büyük bir selahiyet vermişti. O hepimizin hocası olmuştu. Rıza bize güleş öğretiyor, kol ve göğüs adelelerinin irileşmesi için ne yolda idman yapacağımızı gösteriyordu. Bazı günler büyük yürüyüşler yapıyorduk. Rıza Bey yorulduğumuz zaman hepimize birer dilim limon veriyor ve yine alabildiğine koştururdu” sözleriyle ifade etmişti.
Rıza Tevfik’in cimnastik konusunda yazılmış olan önemli yazılarından birisi, 1899 yılına ait “Nevsal-ı Afiyet” dergisinde yayınlanan “Hayat Harekettir” başlıklı yazısıdır.
II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra Türklerin kurduğu kulüp, dernek ve okullar da azınlıklar ve yabancılar gibi spor gösterileri, yarışmalar ve konferanslar düzenlemeye başlamışlardı.
Bu kapsamda, halka açık ilk konferans ve gösteriler Selim Sırrı Bey ve Rıza Tevfik tarafından 20 Eylül 1908 tarihinde verdikleri “Terbiye-i Bedeniye Mektebi ve Spor Konferansı’ydı.”
Rıza Tevfik, Selim Sırrı ile birlikte 1 Ekim 1908 tarihinde “Terbiye-i Bedeniyye Mektebi”ni kurmuşlardı. Selim Sırrı bu konuda “…Böylece 1908 yılı ekiminin birinci günü mercan yokuşunda büyük bir hanın içinde “Terbiye-i Bedeniyye Mektebi’ni açmaya muvaffak oldum” ifadesini kullanmıştı. Rıza Tevfik ise bu okulda cimnastik ve akrobasi dersleri vermişti.
II. Meşrutiyet döneminin resmi ve özel beden terbiyesi eğitiminin en yetkin kişisi haline gelen Selim Sırrı ile cimnastikte takip edilecek usulü de belirlemişti. Aletsiz yapılan İsveç Cimnastiği’ni benimsemiş, Rıza Tevfik’te bu konuda dostunun yanında yer almıştı.
Ali Rıza Tevfik Bölükbaşı, 1939 yılında çıkan Af Kanunu’ndan yararlanarak 1943 yılında kendi ifadesiyle “hesaplaşmak için değil, helalleşmek için” ülkesine dönmüştü.
30 Aralık 1949 tarihinde ise İstanbul Vakıf Gureba Hastanesi’nde Zaturre’den vefat edip, Zincirlikuyu’daki Asrî Mezarlığa defnedilmişti.
Görüşmek üzere…..