Demokrasinin hakim olduğu ülkelerde toplumsal sistemin ayakta kalmasını, sistemin döngüsünü sağlayan, sisteme soluk aldıran çeşitli mekanizmalar vardır; Hukukun üstünlüğü, Ekonomi, Eğitim, Toplumsal eşitlik, İfade özgürlüğü benzeri unsurlar sayılabilir.
Ülkemizde ise tüm bu saydıklarımız bir tarafa, hukuk olsun, eğitim olsun, ekonomi v.s her şey siyasete endekslidir. Siyasetin toplumsal uzlaşma ile toplumun bütün kesimleriyle sağlıklı bir iletişim kurması, duygu birliği oluşturması gelinen bu noktada çok zor görünmektedir.
Nitekim mecliste yapılan bütçe görüşmelerinde bunu gözlemlemek mümkün. Yeni yönetim sisteminde parlamento ne kadar işlevsel o da ayrı bir tartışma konusu.
Gittikçe otoriterleşen siyaset sorun çözme kabiliyetini kaybetmektedir.
Nereden mi biliyoruz ?
Ülkeyi ilgilendiren her konu; ekonomi, sağlık, eğitim, çevre, toplumsal talepler konusunda sergilenen yaklaşım, ötekileştirme, kendinden olmayanı yok sayma.. gibi kendi hakimiyet alanını sürekli genişletme çabasına giren siyasi otorite; sunulan alternatif çözüm önerilerini kendi hakimiyet alanına yapılan bir müdahale olarak görmektedir.
90 li yılların militarist, güvenlikçi anlayışını şimdiki sivil siyasi otorite de görüyoruz. Buna gücün zemin kayması da denilir. Ana muhalefet partisinin liderine yapılan tehdit ve merkez medyanın bu tehdide karşı tutumu yeni Türk usulü başkanlık sistemin de karşımıza iki unsuru çıkarmaktadır:
1. Adalet ve hukukun işlevsizliği,
2. Tekçi söylem ve gücün belirleyici unsur olması,
Meşruiyetini güçten alan, tüm toplumsal kesimlerin istek ve taleplerini kendisi için tehdit olarak gören otoriter zihniyetin derinleştirdiği kriz, gelecek nesillere de uğraşacağı sorunları miras olarak bırakacaktır