Vehbi Coşkun

Arefe, Bayram ve Elazığ

Vehbi Coşkun

Yarın arife ya da arefe…
Her iki yazılış da “doğru” kabul ediliyor.
Her ne kadar Türk Dil Kurumu (TDK) doğru yazılışını “arife” olarak gösterse de, kökeni Arapça olan bu kelime; Türkçe’de, Elazığ ve yöresinde de olduğu gibi “arefe” olarak kullanılıyor.

Anlamına gelince; “Belirli bir günün veya olayın bir önceki günü” demek.

Aslında bu kelime “Kurban Bayramı’ndan bir önceki gün”ün ismi…
Kurban Bayramı’ndan bir önceki gün bildiğiniz gibi hacılar Arafat’a çıkar.
Bayramdan bir önceki güne “arefe” denmesi de işte oradan geliyor.

Ancak, zamanla bu “önceki gün” Ramazan Bayramı için de geçerli olmuş.
Günümüzde arife / arefe kelimesini, sâdece bayramlar için değil, genel anlamda herhangi bir önemli günün ya da olayın öncesi / evveli olarak kullanıyoruz.

***
Yarın arife ya da arefe…
Pazar günü de Ramazan Bayramı’nın ilk günü.
Ramazan Ayı’nın son günlerini yaşamış olmanın hüznünü hisseden gönüller, bayrama ulaşmanın sevinciyle birlikte karmaşık duygular içerisinde yine…

Hele bu sene koronavirüs salgını nedeniyle evlerine kapanan insanlar, Ramazan’a mahsus ibâdet ve sâir aktiviteleri cemaatle yerine getirememenin üzüntüsünü duydular bu ay boyunca.
Vâkit namazlarını câmide oruçlu edâ edememenin yanı sıra, özellikle cemaatle kılınan Cuma ve Terâvih namazlarından mahrum kalmak, mukabeleyi evde yaparken camilerdeki Seher Cüzü’nden yoksun olmak, Ramazan’ın hazzını da yarım bıraktı ister istemez…
Ve şimdi Ramazan Bayramı arefesinde, bayram namazının kılınamayacak oluşunun hüznünü duyuyoruz bu günden!..
Elbette, toplu ibâdetlerimizden mahrum kalışımız ile yıllardır süre gelen gelenek ve göreneklerimizi yerine getiremeyecek oluşumuzun tek tesellisi, özellikle İslâm’ın da tereddütsüz cevâz verdiği uymamız gereken “sağlık önlemleri”…

Şimdi, 81 İl için alınan ve Ramazan Bayramı arifesine denk gelen “sokağa çıkma kısıtlaması” dolayısıyla, arife gününün yanı sıra Ramazan Bayramı’nı da evimizde geçirmek zorundayız!..

***

Oysa, geçen seneyi, hele “o eski Ramazanlar” misâli, geçmişteki arefe günlerini ve bayramlarda yaşadıklarımızı düşünsenize…

Ramazan Ayı’nın son haftasına girildiğinde bir başka heyecân sarardı her yanı.
Oruçlu günlerin bir bir tükenip geride kaldığı, hummalı bayram hazırlıklarının yapıldığı günler.
Evlerdeki genel temizlikle birlikte başlayan tatlı telâş, neredeyse muntazam şekilde sıraya konulmuş olan yapılacak işlerin bayram sabahına yetiştirilmesi kaygısıyla doruğa çıkardı ailelerde…
Özellikle bir ân önce tamamlanmaya çalışılsa da bayram alış verişi son haftaya sarkar, bâzen arefe gününe kalan ve son anda giderilen ihtiyaçlar da olurdu.
Hele, bütçesine uygun alış veriş için ister giysi, ister yiyecek anlamında “bayramlık” çeşitlerin ucuzlamasını bekleyen dar gelirli insanların, çocuklarını bayram sevincinden mahrum bırakmamak için komşuları da dâhil kimselere hissettirmemeye çalıştıkları özveri dolu çabaları, arefe gününün telâşını da heyecânını da ikiye katlardı…
***

İkrâmlık şeker çeşitlerinden tutun da, evlerde açılan yufkalarla yapılan ve taş fırınlarda özenle pişirilen tepsi tepsi börekler ve tatlılar, bayrama özgü damak tatlarımızdı bizim…

Hele il dışında yaşayan ve bayrama yanınıza gelecek aile fertleri ile sıla-i rahim yapacak akrabalarınız da varsa şâyet, zengin Elazığ sofrasının yapımı mahâret, hazırlanması uzun süre isteyen envaitürlü yemekleri bayram sofrasına yetiştirilirdi mutlaka…

Arife / arefe günü ile sona erecek olan bayram haftası, böylece; “bayramlık” diye adlandırılan tüm ihtiyaçların tedârik edilmesi ve yakınlarınıza kavuşacak olmanın mutluluğuyla su gibi akar geçerdi…
Bin aydan hayırlı olan Kadir Gecesi’nin idrâk edilmesiyle dolup taşan câmiler, hüznümüzü artırır, cemaatin “Elveda ey Şehr-i Ramazan” nidâları içimizi burkardı…
***
Arefe Günü, tüm Elazığ’ın başta Harput olmak üzere aile bireylerinin medfun olduğu kabristanları ziyâret etme ve mezar başlarında özellikle Yâsin Sûresi olmak üzere Kur’an-ı Kerim okumak için âdeta yarıştıkları özel bir gün sayılırdı…
Başta babamız, sonra da aile büyüklerimiz kabir ziyâretinin önemi kadar, ziyâret âdâbını öğrenmemiz için de çaba sarfeder, kısa ve anlaşılır öğütlerle pratik kazandırarak eğitirlerdi biz çocukları…
İmam Efendi’nin Türbesi’ni ziyâret eder, daha sonra hemen yanı başındaki aile mezârlığımızda başta rahmetli babaannem olmak üzere, babam ve amcamın Kur-ân tilâvetlerini dinlerdik çocukluğumuzun fevkîndeki büyük bir ciddiyetle…
Harput’tan istisnâsız her kabristan ziyâreti dönüşü taş fırından aldığımız buharı tütmekte olan sıcak ekmeklerin mis gibi kokusu, arefe günü son orucumuzun son dakikalarında, iki gün önceden kalktığı söylenen sabır taşını hatırlamamıza vesile olurdu.

Geçmişimizin bayramını önceden kutlamış olmanın mânevî huzuruyla indiğimiz Harput’un virajlarını geride bırakırken, ertesi gün bu kez Bayram Namazı için yeniden Harput’a çıkacak olmanın mutluluğunu duymaya başlardık erkenden…
***
Son Terâvih Namazı’nın sabahında başlayan ve son cüz, ardından son oruçla devam eden Arefe Günü, son iftarla tamamlanmış, her gün sahura kalktığımız saatte, babamın; “Haydi, Bayram Namazı’na gidiyoruz” uyarısıyla, yeni bir günle birlikte bayram sevincimiz de başlamış olurdu…

Genelde Harput’ta Sara Hatun Câmii’nde kıldığımız Bayram Namazı, sonradan gerçekleştirilen restorasyonlar ve minâre vs gibi ilâvelerle meydana gelen değişikliklerine rağmen, Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ın annesi Sara / Sare Hatun adına yapılmasının ve 500 yılı aşkın bir tarihe sâhip olmasının da etkisiyle, zaman tünelinde dolaşır gibi geçmişe götürürdü bizi…
Dışarıda kalmamak için, câmide kılacağımız sabah namazının vâktinden saatler önce oturduğumuz yerimizde bağdaş kurmaktan dolayı uyuşan ayaklarımızla, günün ışımasını ve Bayram Namazı vâktinin girmesini beklemek, gecenin en zâhmetli bölümüydü…
Vaizin vurgulu anlatımıyla vaaz ettiği cemaatin ekseriyeti, abdestleri bozulmasın diye büyük çaba sarf ederken, yarı kapanık göz kapaklarıyla arada bir uyuklar, Elazığ tâbiriyle tapikler dururdu!..
***

Bayram Namazı’nın bitimi ve hutbenin tamamlanmasıyla birlikte câmiyi acele terk edenler dışında, cemaat imamdan başlamak üzere câmide bayramlaşır, aile fertleriyle birlikte, akraba ve tanıdıklar da câmi çıkışında bayramlaşmayı sürdürürlerdi…
Erkekler câmiden dönmeden evdeki son hazırlıkları tamamlayan kadınlar, evlerin dış kapı önlerini bile süpürür, toz kalkmaması için sulanan yerler sabahın serininde ciğerlerimizin mis gibi toprak kokusuyla dolmasını sağlardı.
Ev halkıyla bayramlaşma câmi dönüşü başlasa da genelde “bayramlık” giysilerini giymeleri beklenen çocuklar, dedelerden başlamak üzere ellerini öptükleri büyüklerinin ellerine tutuşturduğu bayram harçlıklarıyla tarifi mümkün olmayan bir sevinç yaşarlardı…
Çocukların ev halkından sonra, mahalledeki komşu evlerin kapılarını çalarak topladıkları harçlıkların yanı sıra, önceden özenle hazırlanmış hediyelik mendiller ve bayram şekeri ikrâmları, olmazsa olmaz geleneklerimizdi.
Toplanan harçlıkların harcanması, mahalle bakkallarından hevesle alınan yiyecek ve içeceklerin yanı sıra balon, çat pat, misket / bilye, topaç / mozik türü eğlenceliklerle bayram süresince devam ederdi…
Sinemaya ve lunaparka gitme âdetleri, benzer yerler ve parklarda “iğne atsan yere düşmez” misâli izdihâm yaşanmasına sebep olurken, “çocukluktan kurtuldu” denilen gençler, Gazi Caddesi’nde bayramlıklarıyla tur atarak, farkında olmadan Elazığ’ın geleneksel alışkanlığını edinmeye başlarlardı!..
***
Aile büyüklerinden başlayıp, akraba ve komşularla süren bayram ziyâretleri, Elazığ’da titizlikle yaşatılan “iâdei ziyâret” geleneği sonucu, bayram süresi içerisinde evinize gelenlere bizzât ziyârete gitmekle uygulanır, bu nedenle de misafirlerle dolup taşan evler hiç boş kalmazdı!
Bu bayramda da evler dolu olacak ama, “Evde kal” çağrıları gereği ve misâfirlerden yoksun…

Sağlık olsun; geçmişte yaşadığımız güzellikler aklınızda bulunsun, Ramazan Bayramı’nız kutlu olsun.

Yazarın Diğer Yazıları